Oy..

Oy çok önemlidir.

Bunu, yakın zamandaki 'çoban/artiz' eksenindeki tartışmalar sonucunda kafalarımıza iyice nakşettik.

Daha önce de biliyorduk gerçi, ama artık iyice belirginleşti ki, oy verirken, hepimiz --istisnasız-- sadece kendimizi ve bugünü değil, hem başkalarını hem de yarınları düşünerek bu ulvi görevi yaparız hep.

Bu sebepten ötürü, herkesin oyu bir diğeri ile eşit önemde ve ağırlıktadır.

Sadece eşit ve önemli değil; 'oy' kutsaldır da.

Oy vermek, o yüzden, bir tür ibadettir.. oy veren, kesilikle hile-hurda --haşa!-- karıştırmaz.

Oy vermek yeterliliği de öyle sıradan herkesin kolayca elde edebildiği bir şey değildir; bir vatandaşlık hakkıdır; kanunen rüştünü ispatlamış olan herkes --aklı başında olsun ya da olmasın-- bu imtiyazı kullanır.

Bunun daha lamı cimi sözkonusu edilemez.

İşte, bundan dolayıdır ki, 'oy' verenlerin, ne verdikleri oyu, ne de aldıkları kararları tartışabiliriz.

Böyle bir şey hiç vaki değildir ve zaten olması da beklenemez.

Mesela, milletvekilleri, kendilerine halkın vermis olduğu oylarla donatıldıkları yetkilerle, istedikleri her an, kendi maaşlarını istedikleri kadar artırmak istikametinde oy kullanabilirler.

Seçilip halkın arasından çıktıkları andan itibaren, aldıkları yetkilerin sorumluluğunu derhal idrak ettiklerinden, ve doğal olarak buna göre davrandıklarından dolayı; kimsenin çıkıp tek laf etmesi sözkonusu olamaz; 'seçilmiş'tirler, ve yetkileri de vardır. Öyleyse, istedikleri şekilde oy kullanabilirler...

Benzer şekilde, bu ülkede, "ben iki mislini veriyorum" diyen herhangi bir kimseye oy veren vatandaş hiç olmamıştır. Hiç olmamıştır, çünkü bu tür vaadleri duyan herkes, bu vaadin gerçekleşmesi halinde gelecek nesillere çok daha borçlu bir ülke devredeceğimizi bilhakkın müdrik idi... Bu yüzden, oyunu o macerapereste veren olmadı.

Yahu.. elalemi bir tarafa koyalım, kendimden örnek vereyim: Birisi çıkıp, devletin saraylarından bir-iki tanesinin, masrafları da Hazine'ye ait olmak üzere bana bağışlanmasını benim oyuma bağlasa; tahmin edebileceğiniz üzere, dışarıda kalan sizler ve aç açık yatan onca insanı düşünüp, buna ben bile red oyu verirdim.

Değil mi?

Siz de öyle yapmaz mıydınız?

Evet. Tabii ki..

'Oy'un ne denli kutsal olduğunu böylece karar altına aldığımıza göre, buradan derhal, ezici çoğunluğun oyunu almış olmanın ne denli önemli ve kutsal olduğunu tekrar vurgulamağa geçebiliriz.

Hazır sırası gelmişken:

Kendimi de ezici çoğunluğun bir parçası gördüğüm bazı konularda derhal oylamaya/referanduma gidilmesini zorunlu görüyorum --hatta geç bile kalınmıştır.

Mesela, kişi başına düşen milli gelirin derhal en az üç katına çıkarılmasının, ve bayram ve haftasonu tatillerinin herbirine ikişer gün eklenmesinin oylanmasını istiyorum.

İnsanların --vatandaşın-- daha müreffeh ve daha dinlenik olmasını kim isteyebilir?..

Aklı başında ve zerre kadar demokratik olan hiç kimse...

Peki... kim engeller bu oylamayı?

Niçin bunca senedir bu kadar faydalı bir karar halkın oyuna sunulmadı, neden?!

Aslında bu soruyu boşuna, laf olsun diye soruyorum.

Hepimiz cevabını bal gibi biliyoruz bunun: Tuzu kuru 'beyaz Türkler' bunu engelliyor. Türlü çeşitli entrikayla, halkın daha müreffeh olmasını da, daha uzun süreler tatil yapmasını da hep o nabekârlar engelliyor...

Bir de.. evet, bir de bürokrasi.

Bizim verdiğimiz vergilerle, ömür boyu iş garantisi sahibi oldukları yetmiyormuş gibi; bu memurlar, bizim memurlarımız, 'beyaz Türkler' ile bir olup, geniş halk kitlelerinin taleplerine kıl-tüy-yün bahaneleriyle engel olmağa çalışıyorlar..

Aslında, ilk oylamayı bu asalakların topyekün işten atılmasına karar vermek için yapmalıyız.

Görürler onlar günlerini!

Hemen ardından da sıra askerlere gelmeli.. gerçi, onlar da memur aslında, dolayısı ile onlar için ayrı bir karar almağa gerek de kalmayacak.

Neymiş öyle, fidan gibi vatan evlatlarını alıp türlü meşakkatler çektirmeler, dağ başlarında, soğukta şehit olmalarına sebep olmalar..

Hem, nedir bu özgürlüklere karşı bunca direnç?

İnsanlar özgür olmak istiyorlarsa, bırakın olsunlar. Ne olur yani?

İsteyen istediği yerde ve şekilde ibadetini yapsın, isteyen de istediği dili konuşsun.. Resmi dil olsun diyorlarsa da, bırakın olsun; ayrı bir bayrak arzuları varsa, önünde durmağa ne gerek var?..

Hem, hangi çağda yaşıyoruz?

Devrin özgürlükler devri olduğunu bir farkedemeyen bürokrasi ve askerler ise, onlara ne ihtiyacımız var!

Salalım gitsin.

Bürokrasi ve asker.. yani, devlet... ne yapacağımız belli: Devletin tümden lağvı için oy verelim ve yerine herkese her türlü özgürlüğü veren bir sistem getirelim --asker ve bürokrasinin zerresinin olmadığı bir sistem.

Yani, kimsenin çıkıp da "faşizandır bu" diyemeyeceği bir sistem..

Daha ne duruyoruz?!...

Durup düşünmek zamanı değil; iş yapmak zamanıdır.

Hadiyin.

Nurlu ufuklar bizi bekliyor...