Oran'ın Yarası

Aşağıdaki yazı, 19 Temmuz 2009 tarihinde Radikal gazetesinde Baskın Oran imzasıyla yayınlandı.

Yazının formatını --okunabilirlik açısından-- biraz değiştirdim. Kendi kanaat ve yorumlarımı da yazının arasına yazacağım.

Sayın Yargıçlar, meseleye hemen gireceğim. Başbakanlık İnsan Hakları Danışma Kurulu üyesiyim. Kurul Yönetmeliği'nin 5. maddesinin amir hükmü gereği 2004'te Azınlık Raporu'nu yazdım. Bazı şahıslar, benim ve Kurul Başkanı Prof. İbrahim Kaboğlu'nun, adlı adınca söyleyeceğim sakın utanmayınız, anamıza babamıza sinkaf ettiler. Utanmayınız, çünkü bu sinkaflar mahkeme kararlarıyla teker teker aklandı.

Şimdi.. Önce şu 'amir hükmü'nden bahsedilen 'İnsan Hakları Danışma Kurulunun Kuruluş Görev ve İşleyişi ile İlgili Usul ve Esaslar Hakkındaki Yönetmelik'in 5nc maddesine bir bakalım:

Kurulun görevleri şunlardır:

a) İnsan haklarının geliştirilmesi ve korunmasına ilişkin konularda görüş bildirmek, tavsiyelerde bulunmak, öneriler ve raporlar sunmak,

b)Yürürlükteki mevzuatın ve yasa tasarılarının insan hakları temel ilkeleri, uluslararası belgeler ve mekanizmalarla uyumlu hale getirilmesi için uygun gördüğü konularda görüş bildirmek, idari önlemlerin alınmasını tavsiye etmek,

c)İnsan haklarına ilişkin olarak ilgili Devlet kuruluşları ile üniversiteler ve sivil toplum kuruluşları arasında iletişim sağlamak,

d) İnsan haklarını kapsayan ulusal ve uluslararası konularda danışma organı olarak görev yapmak,

e) Üst Kurul tarafından görüşülmesi istenilen hususları ele almak, gerekli çalışmaları yapmak ve görüş sunmak,

f) İnsan hakları ihlallerinin ulusal düzeydeki genel durumu ve işkence yasağı, ifade özgürlüğü ve örgütlenme özgürlüğü ve diğer temel insan hakları konuları hakkında Bakana ve Üst Kurula raporlar sunmak,

g) Irkçılık, her türlü ayrımcılık ve yabancı düşmanlığı dahil insan haklarına ilişkin uluslararası konularda Bakana ve Üst Kurula görüş bildirmek.

Bu maddedlere baktığım zaman, kurul üyelerinin kendi başlarına raporlar yazmalarının sözkonusu olabileceğini söyleyen bir şey göremiyorum.

Dahası, bu maddeler arasında "Azınlık Raporu yazılacak; yaz!" türünden bir 'amir hüküm' de yok.

Bu durumda, Baskın bey, ya kendi kendine gelin-güvey olmuş; ya da durumdan vazife çıkarmış.

Her ne hal ise; 'rapor' yazmış diye, bu raporun Kurul'un resmi raporu olması da şart değil. Yani, bu 'rapor' önce Kurul tarafından okunmalı ve oylanıp benimsendikten sonra kamuoyuna (Üst) Kurul Başkanı (ya da Bakan) tarafından açıklanmalıydı.

Halbuki, öyle yapılmadığı aşikâr: Bir 'korsan' basın toplantısı yapılmış ve 'rapor' oradaki Kurul üyeleri tarafından dahi ilk defa duyulacak şekilde okunmağa başlanmış.. Bunun üzerine, bu oldu-bitti denemesi üzerine, Kurul üyelerinden birisi de 'rapor'u okuyanın elinden tutup almış ve yırtmıştır.

Sonuç olarak, Baskın Oran, ('rapor'u Kurul'a sunmak ve oylanarak benimsenmesini sağlamak gibi) uyması gereken teamüllere uymadığı gibi, yarattığı 'medya olayı' sayesinde bir de mazlumları oynamıştır.

O hikâye bundan ibarettir.

Yalnız, madem bunlar hakaret değildir, o zaman bunları birisi kalkıp da sizlere söylese ne olacak? İki olasılık var:

1) Sineye çekmek; çünkü "hakaret yoktur" kararı verdiniz;

2) Hakaret davası açmak. O zaman da kendinizle çelişeceksiniz, tutarlı olamayacaksınız.

Nasıl yani?

Hakaret davası açmak (eğer kişinin prensipleri arasında 'hakaret etmek serbestir' yok ise) neden kişinin kendisi ile çelişmesi olsun ki?

Ama isterseniz önce bir hatırlatayım o lafların neler olduğunu.

1) Aslan Tekin adlı şahıs Yeniçağ'da yazdı: "Bence bu adamlar dövülselerdi, milletin yüreği soğurdu. Sevr'ciler tekme tokadı hak etmişlerdir".

Şiddeti açıkça savunuyordu. Ankara Asliye 2. Hukuk Mahkemesi'ndeki meslektaşınız bu adamı akladı. "Kendisi şiddetli eleştiri yapan bir kişi veya kurum, zora başvurulmadığı sürece aynı şiddette veya daha şiddetli eleştirilere katlanmak zorundadır" deyip. Yargıtay 4. Hukuk Dairesi de onadı.

Şiddeti açıkça savunuyor degil. "Şu herifi birisi eşek sudan gelinceye kadar dövse ne iyi olur" demek, "gidin onu dövün" ya da "gelin hep beraber şu herifi dövelim" demek değil.

Yani, ima yoluyla birşeyler olsa bile, "şiddeti açıkça savunuyor" diyemeyiz.

İma yoluyla bu tür şeyleri söylemenin yasak olduğunu da sanmıyorum. Öyle olsaydı, yakın zamanda Tayyip bey --hem de kürsüden-- "söz ola, kestire başı" demezdi.

2) Bircan Akyıldız adlı şahıs, Türkiye Kamu-Sen Gn. Bşk., İzmir'de konuştu: "Bu Rapor bizi ilmek ilmek bölmeye, parçalamaya yönelik bir düşüncenin sonucudur. Yemin olsun; toprağın bedeli kandır; gerekirse dökülür".

Bırakın şiddeti, açıkça kan dökmekten bahsediyordu. Ankara Asliye 7. Hukuk Mahkemesi'ndeki meslektaşınız bu adamı akladı. "Tepkinin eleştiri hudutları içerisinde kaldığı anlaşıldığından dava reddedilmiştir" diyerek. Yargıtay 4. Hukuk Dairesi de onadı.

Kan dökmekten bahsettiği doğrudur. Ama, "gidin kanını dökün" demedi. "Gerekirse" dedi...

Acaba, Baskın bey, gerekli olduğu kanaatinde midir ki bunu açık ve yakın bir tehdit addetmektedir..

3) Emekli General Kemal Yavuz adlı şahıs Akşam'da yazdı: "Ekmek yediğin kapıya ihanet etme, sonra nimet çarpar. Bunlar bir avuç zibididir".

Ankara Asliye 5. Hukuk Mahkemesi'ndeki meslektaşınız bu adamı akladı. "Rapor hakkında, halkı kin ve düşmanlığa tahrik ve devletin yargı organlarını alenen aşağılamak'tan dava açılmıştır. Bu nedenle davanın reddine" diyerek. Yargıtay 4. Hukuk Dairesi de onadı. Oysa biz şimdi o davadan beraat ettik; ne olacak durum?

Mahkemelerden birisinin yanlış karar verdiğini düşünmek zorundayız anlaşılan..

Eğer öyleyse, 'halkı kin ve düşmanlığa tahrik ve devletin yargı organlarını alenen aşağılamak'tan değil de daha isabetli bir gerekçe ile dava açılması daha uygun olabilirdi. Mesela, en azından, 'içinde bulunduğu Kurulun görev ve işleyişine yakırı davranmak' filan gibi..

4) Eski kültür bakanlarından Namık Kemal Zeybek adlı şahıs Halka ve Olaylara Tercüman'da (HOT) yazdı: "Siz o uydurma azınlıklarınızı alın da gidin Avrupanıza sokun".

Aile terbiyesi izin verdiği için bu kadar açıkça konuştu. Ama Ankara Asliye 11. Hukuk Mahkemesi'ndeki meslektaşınızın düzeyi de mümasilmiş ki bu adamı akladı. "Bu görüşlerin sert eleştirilere tabi tutulması olağandır" diyerek. Yargıtay 4. Hukuk Dairesi de onadı.

Baskın Oran'ın aile terbiyesinin o derecede dahi olmadığını aşağıda kullanmaktan imtina etmediği kelimelerde göreceğiz.

Orası öyle de, Namık Kemal Zeybek'in o sözlerinden neden Baskın Oran isimli şahıs alındı; bir türlü anlamıyorum.

Alınacak bir yer var idiyse, bundan Avrupa alınmalıydı sanki.

Yoksa, Baskın Oran isimli şahıs, Avrupa'nın buralardaki avukatı/temsilcisi filan mıdır?

Not: Görüldüğü üzere, isimlere 'isimli şahıs' eklemek alışkanlığını, sırf bu yazı için, ben de edinmiş bulunuyorum.

5) Sırrı Yüksel Cebeci adlı şahıs HOT'da yazdı: "Bunlara Türkiyeli demek, Türkiyeli yılanlara, kurbağalara, çakallara haksızlık oluyor".

Ankara Asliye 15. Hukuk Mahkemesi'ndeki meslektaşınız bu adamı akladı. "B. Oran yazılacak olan eleştirilere katlanmak zorundadır" diyerek. Yargıtay 4. Hukuk Dairesi de onadı.

Giderek daha matrak oluyor bu..

Korkarım, çok geçmez, "yazılacak olan eleştirilere katlanmak zorunda" olduğu kendisine mahkemece tebliğ edilen Baskın Oran isimli şahıs, bu yazdıklarımı da mahkemeye filan verir..

6) Selcan Taşçı adlı şahıs Yeniçağ'da yazdı: "Şu toprağa küfrederek basanlar var. Hain desen, işbirlikçi desen var. Köpek gibi, bir kemikle susan var".

Ankara Asliye 1. Hukuk Mahkemesi'ndeki meslektaşınız bu adamı akladı. "Yazının kaleme alındığı yayında kamu yararı bulunması nedeniyle hukuka aykırı olmadığı kanaatine varıldığından" diyerek. Yargıtay 4. Hukuk Dairesi de onadı.

Merak ettim şimdi.. Selcan Taşçı, acaba, "yarası olup gocunanlar da var" demiş miydi?

7) Servet Kabaklı adlı şahıs Tercüman'da yazdı: "Çanağına yal konulunca ve etli kemik vaadini duyunca yaltaklanan, kuyruk sallayan kanişler, uyanık geçinen şapşallar, salak, tescilli hain, zavallılar. TC devletine-milletimizin birliğine kalleşçe ihanet hançeri sokanlar".

Ankara Asliye 2. Hukuk Mahkemesi'ndeki meslektaşınız bu sözleri hakaret kabul etti, tazminata mahkûm etti. Yargıtay 4. Hukuk Dairesi'ndeki meslektaşlarınız kararı bozdu. "Dava konusu sözlerde kişiliğe saldırı amacı yok. Sözler, rapora yönelik düşünce açıklaması niteliğindedir" diyerek.

Olamaz mı?

Belki, Servet Kabaklı'nın bir bildiği vardır..

İlk mahkeme direndi. Böyle mahkemeler de olabiliyor şükür. Dosya Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'na gitti. Oradaki meslektaşlarınız, birkaç gün önce 20'ye 23, bu adamı akladılar. Sadece "Usul ve esas yönünden yerinde olan 4. Hukuk Dairesi kararına uyulması uygundur" diyerek.

Demek "adamı akladılar".. hmmm.. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun aklamadığı kişinin adam olmadığını mı düşünmeliyiz?

Şimdi düşünüyorum da, bütün bu kararlar sonuna kadar normaldi Sayın Yargıçlar. Çünkü meslektaşlarınız milletvekili Süleyman Sarıbaş'ı akladıktan sonra, bunlar haydi haydi aklanırdı.

Vay vay vay..

Bunu Yargıtay Hukuk Genel Kurulu, Baskın Oran isimli şahıs hakkında söylemiş olsa, eminim Baskın Oran isimli şahıs onları mahkeme mahkeme süründürürdü..

Ama, o-la-bi-le-mez.. çünkü, bu memlekette ima yolula istediğini söylemek ve hep de mazlum olmak imtiyazı sadece Baskın Oran isimli şahsa aittir. Onu kimse mahkemeye filan veremez --ya da kaale alamaz.

Hatırladınız mı bu Sarıbaş'ı? Yanaklarınız kızarmasın, ellerinizle tutun iki yandan, aynen yazacağım: "Bu Rapor'u yazanlar her kimse, yazdıranlar her kimse, millet bunları tükürüğüyle boğar. Azınlık arayanlar, ANALARINA BABALARININ KİM OLDUĞUNU BİR KEZ DAHA SORSUNLAR".

Yani bize piç, annelerimize orospu (utanmayın, utanmayın lütfen!), babalarımıza deyyus diyordu. İlk ikisini bilirsiniz de, Deyyus'u bilir misiniz; pezevenk'in bizzat kendi karısını satan türü demektir. Utanmayın lütfen. Ben bunları gelip yemek odanıza yüksek sesle okumuyorum ki. Size yazıyorum sadece bilgi olarak. Etrafınızda çoluk çocuğunuz, eşiniz falan varsa yalnız başınıza sessizce okursunuz, gazeteyi de gizlersiniz, olur biter.

Diyordum ya.. Baskın Oran isimli şahıs hayli matrak.. matrak bir laf anlama tekniği var...

"Anana, babanın kim olduğunu git sor" diyenin annesine orospu, babasına da deyyus dediğini söylediğini anlıyor..

Hadi, annesi hakkında haklı olabilir (yani, soruyu öyle yorumlayabilir); fakat, o laftan otomatik olarak babasının deyyus olduğunu nasıl çıkarıyor?

Her 'ororspu' evli olmak zorunda mıdır; her evli 'orospu'yu da kocası (deyyus) mı pazarlamak zorundadır?

Bir türlü anlamış değilim.

Hatırlıyor musunuz ne yaptı meslektaşlarınız, Sayın Yargıçlar, bu davada? Ankara Asliye 3. Hukuk Mahkemesi bu Sarıbaş'ı tazminata mahkum etti. Yargıtay 4. Hukuk Dairesi bu hükmü de bozdu. Gerekçe göstermeden. İlk mahkeme de ona uydu, bitti, gitti.

Ne yapacaktı mahkeme?

Sırf, Baskın Oran isimli şahıs alınganlık gösterecek diye, gösterecek diye, cüml'âlemin ağzına kilit mi vurmalıydı?

Sayın Yargıçlar,

Tekrar başa dönelim.

Aynı hakaretleri, yukarıda adını saydığım şahısların sizlere yapmasına izin verir miydiniz? Çok iyi düşünün.

Elbette vermezdiniz. Kıyametleri kopartırdınız. Davalar açar, mahkûm ettirirdiniz. Çünkü onurlu insanlarsınız siz.

Ama, ben de öyle, başkaları da öyle.

Ne yana döülürse dönülsün; mugalâta mugalâtadır; ve yukarıda bunu denemenin iyi bir örneğini görüyoruz:

Sanki, yukarıda anlatıldığı şekilde bir 'korsan' 'rapor' yazana ve bunu da bir 'basın olayı' haline getiren Baskın Oran isimli şahıs değilmiş, durduk yerde hakkında birileri birşeyler yazmış gibi; kendini mazlum konuşlandırmak denemeleri yapıyor..

Hakarete izin verince şu oluyor; insanlar diyorlar ki bu nasıl memleket, bu nasıl adalet. Bunları bir halka asla söyletmemek lazım değil mi sizce?

Bendenize gelince. Hayır. Sizin o "ifade özgürlüğüdür" dediğiniz adi kelimeleri hiç kimseye kullanmam ben, çünkü haysiyetli bir insanım. Size değil, hiç kimseye böyle rezillikler yazmayı aklımdan bile geçirmem. İnsanlığımdan utanırım, vicdanımdan korkarım.

Baskın Oran isimli şahıs, tertiplediği o korsan basın toplantısı gösterisini ve akabinde yol açtığı skandalın rezilliğini yok sayıyor anlaşılan..

Olabilir.. herkesin meşrebi farklı.

Sayın Yargıçlar,

Bütün bu adli süreçten sonra, ben kendimi daha az güvende hissediyorum artık. Bu tür melânetlerin rahatça yapılabildiği bir ülkede yaşamak o kadar hoş bir his değil. Eğer bir vatandaş, üstelik saçları ağarmış emekli bir profesör, bu tür bir huzursuzluk duyuyorsa, bitmiştir o ülke.

'Ülke' değil de, artık diline vurduğu aşikar olan bir emekli profesörün bittiğinden bahsedebiliriz zannedersem.

Olmayan bir azınlık meselesini, bireyselcilik saplantısıyla, birey bazına indirgenecek derecede azınlıklar halinde yaratmak melânetine yönelik gayretlerinin ödülünü/methiyesini çok yanlış yerlerden bakliyor bence.

Çaresizim. Sizi, her insanda doğuştan mevcut vicdanlarınızla baş başa bırakmaktan başka çare yok elimde bu ülkede.

Tek çare, AİHM'ye başvurmak. Bu da bizatihi bir hüzün unsuru zaten.

Evet. Bir 'hüzün unsuru' olabileceğine katılırım.

Büyük bir ihtimalle, AİHM de Baskın Oran isimli şahsa "yazılacak olan eleştirilere katlanmak zorunda" olduğunu (başka bir dilden) yüzüne okuyacaktır.

Fakat, hüznünü gidermek için, bu bitkin profesöre, bir-iki vakıftan bir-iki parça iş verebilirler. O ayrı.

(Prof. İbrahim Kaboğlu da bu yazının altına imzasını koymaktadır)

Yah..

Bozacının şahidi şah idi; şiracı da şahbaz oldu böylece.

La havle, indeed..

Baskın Oran isimli şahsa kim nasıl prof.luk verdi bilemem; ama, böyle ipe sapa gelmez şeyleri yazdığı halde neden onu tekaütlüğünde olsun --o kadar istediği aşikâr olduğu halde-- unutturmazlar; bilen varsa beri gelsin...